Konya Bilim Merkezi İlimge

Sıradanlaşan Kötülük ve Hannah Arendt

 Umutcan Uzuntaş
 7 dk  167

Kötülük, varoluştan bu yana tanımlamakta güçlük çektiğimiz, tanımlasak bile şekil değiştirebildiği için kafamızı karıştıran ve kaçmaya çalıştığımız bir kavram olmuştur. Özellikle de toplumsal olaylarda “kötü” olgusunun sınırını nasıl çizeceğimizi bilemediğimizden veya kavram kişiden kişiye değiştiğinden dolayı önleyemiyoruz. Bunu nasıl durdurabileceğimiz noktasında insanlık olarak bir yere varabilmiş miyiz diye sormak gerekir. Sonuçta kötü olan şeyin herkes için kötü olması gerekmez mi? Bir eylem bir taraf için kazançlı dahi olsa başkaları için zararlı ise meşru görülebilir mi? Kötülük olgusu için durumların ve eğilimlerin çatışmasının sonucudur diyebilir miyiz?

Kötü olgusunun yanı sıra, bu olguyu gerçekleştiren fail de kötülüğe olan bakış açımızı etkilemektedir. Öyle ki fail, kötülüğün sorumlusu olduğu için kişilerde onu şeytanlaştırma eğilimi görülür. Ancak aksi olur ve fail bu profile uymazsa bireylerin bakış açısı değişebilir. Üstüne kötü olduğu bilinen eylemi olumlama davranışı dahi görülebilir. Kişiler bir davranışı yanlış olduğunu bildikleri halde nasıl görmezden gelebilir ya da olumlayabilirler? Bugün uygar dünyamızda sayısız kötülükler olmaktadır ama bunlara karşı kolektif bir duruş olduğu söylenemez. Çünkü birçok birey için bu kötülükler artık “sıradan” birer gerçeklikten ibarettir. Güçlü bir otorite, toplulukları yönlendiren amaçlar veya bireysel kazançların öne çıkması yoluyla bir kötülük olgusu sıradanlaştırılabilir. Bu bir süreçtir ve sonunda bireyler, kötü bir eylemi ne kadar korkunç dahi olsa basit bir kamu görevi gibi görebilir. Bu noktada Hannah Arendt tarafından öne sürülen “Kötülüğün Sıradanlığı” savı karşımıza çıkar.


Hannah Arendt, Yahudi kökenlidir ve Nazi Almanya’sından kaçmayı başarmış kişilerdendir. Yani bugün dünya tarafından büyük kötülüklerden biri olarak görülen ve Yahudi Soykırımı (Holokost) adı verilen olaya bizzat tanık olmuştur. Yahudi Soykırımı denmesinin nedeni olayın kıygınları arasında çoğunluğun Musevi/Yahudi inancına bağlı kimselerin olmasındandır. Daha sonraları bu süreç, İsrail’in kuruluşuna kadar gidecektir. Bu sürecin baş tanıklarından olan ve kendini siyaset bilimci olarak tanımlayan Arendt’in incelemeleri oldukça önemlidir. Çalışmaları politik psikoloji başta olmak üzere birçok alana ışık tutmuştur. En dikkat çeken çalışmalarından olan “Kötülüğün Sıradanlığı” ona travmatik geçmişini hatırlatan ve ister istemez şeytanlaştırdığı bir kişinin aslında kim olduğunu görmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu kişi Nazi yönetiminin yükselen etkin isimlerinden, işkence görmüş kişilerce de nefret ile anılan Adolf Eichmann’dır.

Eichmann, birçok ölümden bizzat sorumlu görülmüştür bu sebeple cezalandırılması istenmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, bozguna uğratılan Nazi Almanya’sı otoriteleri dağılmıştı, Eichmann da kaçmayı başarabilenler arasındaydı. Ancak, İsrail istihbarat güçleri onu yakalamış ve mahkemeye çıkarmıştı. Mahkeme büyük ilgi toplamış, bir zalimle yüzleşmeyi bekleyen kalabalıklar mahkemeye akın etmişti. Arendt de The New Yorker dergisi adına muhabir olarak mahkemede yerini almıştı. Eichmann mahkemeye giriş yaptığı anda kalabalık şaşkınlığa uğramıştı, çünkü karşılarında gayet sakin, sessiz, herhangi birinden farkı olmayan sıradan biri vardı. Üstelik kendini suçlu da görmüyordu. Savunmasında kendisinin hiçbir sorumluluğu olmadığından, yalnızca emirleri uygulayan bir memur olduğundan bahsediyordu. Bu noktada kötülüğü nasıl sıradanlaştırdıkları ve artık onlar için işkencenin ne derece önemsiz bir hal aldığı gözler önüne serilmişti. Kalabalık şaşkındı çünkü Eichmann, kitlelerin katliamından basit bir rüşvet alma suçu gibi bahsediyordu.

Arendt, gözleminden sonra Eichmann için rütbesini yükseltmek, üstlerini memnun etmek ve terfi almak için işini iyi yapmaya çalışan sıradan bir kişiden daha fazlası olmadığını yazmıştır. Ortada bir suç aranıyorsa da bunun yalnızca yetki sahibi otoritelere mantık ve düşünce saf dışı bırakılarak itaat edilmesi olabileceği sonucu çıkmıştır. Eichmann gibi diğer Nazi suçluları da sorumluluk almamıştır, kendileri yapmasa dahi bir başkasının onlar yerine yaparak başarılı gibi görüneceklerini düşünmüşlerdir. Bu noktada Arendt, Nazi yönetimindeki Almanların sadece Yahudilere değil tüm insanlığa büyük bir kötülük yaptığını söyler. Çünkü korkunç kötülüğü öyle sıradanlaştırmışlardır ki kimse yaptıklarını düşünmemiş, sadece kariyerlerini ve kendi geleceklerini düşünmüşlerdir. Arendt, bunun kaynağının kişilerdeki düşünce eksikliğinde olduğunu söyler.


Öte yandan, Toplumsal Kimlik Kuramı gibi topluluk davranışlarını açıklayan ve bireyin kalabalık içinde davranışlarının başkalaştığını söyleyen kuramlara da başvurulabilir. Çünkü tek bir topluluk halini aldığını varsayarsak, Nazi Almanya’sında ortak bir üst benlik vardır. Azınlık grupları dışlayan ya da eziyet eden sadece Nazi subayları olmamıştır, halkın büyük çoğunluğu da sessiz kalmıştır. Ancak Arendt’in düşüncesinin farklılığı bireylerin davranış amaçlarında yatmaktadır. Toplumsal kimliğini benimsemiş bireyler, bireyselliklerini kaybetmiş kişilerdir ama Eichmann örneğinde de görülmektedir ki burada bireysel amaçlar ve kazançlar ön plana çıkabilmektedir. Eichmann, saha görevlerine sırf rütbesini hızlı yükseltmek için gönüllü olduğunu belirtmiştir. Bu onun, üstenci ve aşırı bireyselleşmiş kişiliğini ortaya koymaktadır. Yani bu tip kimselerin yaptıklarının gerçekliğinden uzaklaşıp otoritenin istediklerini yerine getirerek aslında kendileri için hareket ettiklerini, otoriteyi ise kullandıklarını söyleyebiliriz.

Bireyler bağlı oldukları topluluğun ya da otoritenin amacını benimseyip ideolojisine sarılır gibi görünse de aslında yaptıkları şey kişisel çıkarlarının üstünü bunlarla örtmektir. Bu da onların bilinçli ya da bilinçsiz, sonuçlarını ve etkilerini düşünmeden hareket etmelerine sebep olur ki kötülük burada sıradanlaşmaya başlar. Üstüne bir de bireyler kendilerini meşru kılmak için yasaları dayanak gösterirse bunun geri dönüşü artık yoktur. Kamu vicdanına doğru gelmese dahi otoriteye ve kişi eliyle yazılmış yasalara olan düşüncesizce itaatkarlık, kötülüğü anonimleştirerek yaymaktadır. Bunun örneği ise Nazi Almanya’sında gördüğümüz kötülüğün şekil dahi değiştirmeden Sovyet Rusya’da devam etmiş olmasıdır. Arendt burada sorunun kurucusu ve aktarıcısı olarak totalitarizmi işaret etmektedir. Totaliter düzene itaat eden bireyleri ise düzenin dolayısıyla da kötülüğün devamını sağlayan, “iyi” olgusunu öğrenememiş düşünce yoksunları olarak görür. Sonuç olarak, kötülük sıradanlaştıkça ayırt etmesi güçleşmektedir ve bunun önüne geçebilecek tek olgunun düşünce olduğu söylenebilir.

#kötülüğün sıradanlığı #Hannah Arendt #Adolf Eichmann
1
0
0
Kaynakça

Arendt, Hannah. Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te. Çev. Özge Çelik. İstanbul: Metis, 2012.

Bakır, Kemal. “Hannah Arendt’te Kötülük Problemi”, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 25, 2015, 97-113.

Houghton, P. David. Political Psychology: Situations, Individuals and Cases. New York: Routledge, 2009.

Özakın, Duygu. “Kötülüğün Sıradanlığı: Aleksandr Soljenitsın’ın Sovyet Çalışma Kampı İzlenimlerini Hannah Arendt’in Kavramlarıyla Okumak”, Rumeli’de Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 15, 2019, 431-449.


BENZER MAKALE
Matematik Öğrenme Güçlüğü: Diskalkuli

Matematik Öğrenme Güçlüğü: Diskalkuli

Matematiğin sevilmeme nedenleri arasında yer alan öğretmen, okul ve çevre gibi faktörlerin yanında başka...

Beş Faktörlü Kişilik Modeli

Beş Faktörlü Kişilik Modeli

Kişilik, toplumda bireyleri birbirinden ayıran ve faklı kılan özellikler bütünüdür. Kişilerde ve...

Gestalt Teorisi ve İlkeleri

Gestalt Teorisi ve İlkeleri

Gestalt teorisine göre; bütün, parçaların toplamından farklı bir anlam ifade eder ve birey, bütünü...

Müziği Neden Seviyoruz?

Müziği Neden Seviyoruz?

Müziği seviyoruz çünkü bizi iyi hissettiriyor. Peki, neden kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor? 2001...

Kompulsif Biriktirme Hastalığı: Dispozofobi

Kompulsif Biriktirme Hastalığı: Dispozofobi

Daha önce ‘belki ileride işe yarar’ düşüncesi ile eşyalarınızı atamadığınız oldu mu? Başkalarının...

Somatik Bellek

Somatik Bellek

Somatik bellek, vücudun motor hareketlerini ve fiziksel deneyimlerini hatırlama yeteneğidir.

Renkleri Tatmanın, Sayıları Duymanın Yolu: Sinestezi

Renkleri Tatmanın, Sayıları Duymanın Yolu: Sinestezi

Synesthesia” kelime kökleri itibariyle Yunanca syn (birlikte) ve aesthe-sis (algılamak) olan iki kelimenin birleşiminden...

Bir İkna ve Retorik Sanatı: Kırmızı Sazan Safsatası

Bir İkna ve Retorik Sanatı: Kırmızı Sazan Safsatası

Retorik, iletişim yoluyla ikna etme sanatlarından bir tanesidir. Motive etmek veya bilgilendirmek için insanların...

Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Psikolog Abraham Maslow, 20. yüzyılın en tesirli psikologlarından biri olarak kabul edilmiş ve 1943 yılında yayımladığı...

Bilinçli Rüya Görmek

Bilinçli Rüya Görmek

Lusid rüya, kişinin rüya gördüğünün farkında olduğu ve rüyayı yönetebildiği rüya...

ANASAYFA
RASTGELE
KATEGORİLER
POPÜLER
EN YENİLER