Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’nin nass ile halife oluğuna inanır ve imametin kıyamete kadar onun soyundan geleceğini ileri sürer. İlk zamanlarda sadece siyasal olarak Hz. Ali taraftarlığını içeren Şia daha sonra liderlik ve siyasi pozisyonlarla ilgili olay ve çatışmalarla gündeme geldi. Bu durum mezhepsel rekabetleri giderek güçlendirdi. İmamet meselesini şiddetlendiren Kerbela olayından sonra Şia itikadî ekol haline geldi. İmamet meselesi öylesine önemsendi ki dinin temeli olarak görüldü.
Şiiliğin Ana İlkeleri
1) Vasiyet: Şia’ya göre Hz. Ali bizzat Hz. Peygamberin vasiyeti ile halifeliğe tayin olmuştur. Halifelik seçim yoluyla değil nassla (kuran ve sünnetler) belirlenmiştir ve bunun vucubiyeti kesindir.
2) İsmet: Şia’ya göre Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamlar her türlü hatadan uzak ve günahsızdırlar. İmamların söyledikleri ve yaptıkları şeyler doğrudur. Demek oluyor ki Şia imamlarının peygamberlerden tek farkı yalnızca peygamberlik derecesidir. Ehl-i Sünnet inancında ise hata ve günahtan uzak olma sadece peygamberlere has olan bir özelliktir.
3) Ric’at: Geri gelmek manasına gelen ric’at anlayışı, Şia’ya göre gizli imamın bir gün tekrardan gelip dünyayı adaletle idare edeceği anlayışıdır. Bu inancın kökenini İbn Sebe’nin “Hz. İsa’nın geri döneceğine inanalar nasıl olur da Hz. Muhammed’in döneceğini yalanlarlar.” ifadesi oluşturur. Bu görüşe göre Hz. Muhammed gelecektir ama bu dönüş onun varisi olan Hz. Ali tarafından gerçekleşecektir. İbn Sebe bu sözleriyle Hz. Ali’nin ölmediğini, göğe çekildiğini ileri sürer. Ric’at anlayışı Mehdilik inancının da aslını oluşturmaktadır. Bu anlayışı Ehl-i Sünnet, Mutezile ve Şia’nın Zeydiyye kolu kabul etmemektedir.
4) Takıyye: Allah’tan korkup haram işlemekten korkan birey anlamına gelir. Takıyye tehlike durumlarında Şia’ya mensup kişilerin inançlarının gizli bir şekilde yayması ve yaşaması demektir. Şii itikada göre İmam-ul Kâim ortaya çıkana kadar takıyye yapmak vaciptir. Bunu yapmayan Allah’a, Resulüne ve imamlara karşı gelmiş olur. Şiilerin takıyyeye çok fazla önem vermeleri Emevi ve Abbasi dönemlerinde baskı görmelerinden dolayıdır.
5) Beda: Allah’ın belli bir şekilde meydana geleceğini haber verdiği bir şeyin daha sonra farklı bir biçimde gerçekleşmesi, kısaca; Allah'ın ilim, irade ve tekvîn sıfatlarında değişmeler meydana gelebileceğini ifade etmektedir. Şia kollarından olan İmamiye’nin altıncı imamı Cafer-i Sadık kendisinden sonra büyük oğlunun imam olacağını söylemiş ancak kendisi daha hayatta iken İsmail ölmüştür. Bu durumu izah edebilmek için Allah’ın daha önce verdiği şeyden sarfınazar etiğini belirterek oğlu İsmail için önceden söylediği sözün ilahi menşeli olduğunu ileri sürmüştür.
Şii Fırkalar
Şia’ ya mensup kişiler temel ilkeler hususunda anlaşmışlardır. Fakat sonraki dönemlerde kendi aralarında başlıca imamların silsilesi olmak üzere çeşitli fikir ayrılıklarından dolayı birçok fırkaya bölünmüştür. Bunlar başlıca iki ana gruba ayrılır:
lımlı (Mutedil) Şia: Ehl-i Sünnet’e en yakın olan olanlardır. Zeydiyye buna örnek verilebilir.
Rafıza (aşırı giden fırkalar) Şia: İsmailiyye (Batınıyye ),İmamiyye.
1) Zeydiyye: Bu fırka, adını Hüseyin bin Ali'nin torunu Zeyd bin Ali Zeynelabidin’den almıştır. Teolojik olarak Şii Zeydiler Sünni öğretiye en yakın Şii mezhebidir. On iki İmamcı Şiilerle bazı temel prensiplerde anlaşamamaktadırlar. Mesela Gayb-ı Mehdi'nin mesihlik anlayışına inanmamaktadırlar. İmamların ilahi rehberlik aldığına inanmazlar ve yanılmadıklarını düşünmezler. Ayrıca Hz.Ali'nin soyundan gelen herhangi biri tarafından idare edildiği sürece imametin (liderliğin) mutlaka babadan oğula geçmesi gerektiğine de inanmazlar. İmamet konusunda bir nass olmadığı gibi imamı tayin eden bir vahiy de bulunmadığını söylerler. Ayrıca imamda ilahi bir kuvvetin olduğu inancını doğru bulmazlar. İtikatta Mu’tezili düşünceyi benimseyen Zeydiyye, muamelatta yani fıkıhta ilk dönemlerde Hanefi iken zamanla kendilerine has bir fıkıh öğretisi geliştirerek bağımsız bir kimliğe sahip olmuşlardır. Zeydiyye ilk üç halifeyi kabul ettiğinden dolayı bazı tarihçiler bu fırkayı Şia’nın dışında değerlendirmişlerdir. Beda, ismet ve gayb gibi ilkeleri benimsememişlerdir. Zeydiyye mensupları az olmakla birlikte Yemen’de yaşamaktadırlar.
2) İmamiyye: Hz. Ali ve onun Hz. Fatıma’dan devam eden neslinden sırasıyla on bir kişiyi meşru imam kabul eden, on iki imama inanmayı dini bir ilke olarak benimseyen bu mezhebe İmamiyye veya İsnaaşeriyye adı verilmektedir. Fırkaya göre Hz. Ali nassla imam tayin edilmiş fakat bu hak ona verilmemiştir. Bu sebeple fırka Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’den yüz çevirmiş, sahabeyi tekfir etmiştir. “On iki İmamcı” terimi, ilahi olarak atanmış on iki İmam’a olan inancı ifade eder. Onlara göre on iki imam, sadece ümmete adaletle hükmetmekle kalmayıp aynı zamanda Kur’an’ın batıni anlamını en iyi şekilde yorumlayabilen masum insanlardır. On iki İmamcı Şiiler de Allah’ın birliğini, Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu ve Hz. Muhammed’in son elçi olduğunu tamamen kabul ederler. Ancak Peygamber’in söz ve eylemlerinin yanı sıra peygamberin ev halkından masum imamların söz ve eylemlerini de ilahi bir referans noktası olarak görürler. Kerbela Savaşı (680) bu mezhebin mensupları için derin bir sembolik öneme sahiptir. Bu savaşta Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin öldürülmüştür. On iki İmamcı Şiiler bu olayı her yıl Aşure gününde anmaktadırlar. Bugün İran, On iki İmamcı Şiiliği devlet dini olarak benimseyen tek ülkedir.
3) İsmailiyye: 8. yüzyılın sonlarında ve 9. yüzyılın başlarında oluşan İsmaili mezhebi, Kur'an yorumunun hem zahiri (dış gerçeklik) hem de batıni (dâhili bilgi) olarak ikili doğasını vurgulamıştır. İsmaililer, Hz. Muhammed'in ailesini ilahi olarak seçilmiş, yanılmaz ve İslam toplumuna liderlik etmek üzere Tanrı tarafından yönlendirilen kişiler olarak görürler. Her imamın, peygamber soyundan geçen Nur'a veya Tanrı'nın ışığına sahip olduğuna inanırlar. İsmailiyye’ye göre vahiy nefsin temizlenmesidir. Dinin emirleri normal insanlar için olup seçkinlerin yani havâssın ibadetleri yerine getirmeleri gerekmez. Çünkü peygamberler normal insanların yol göstericisidir, seçkinlerin rehberidir. Kur’anı te’vil ve mecaz yöntemiyle anlamak gerekir. Önemli olan Kur’an’ın zahiri değil gizli yani batıni anlamıdır. Bu yüzden onlar diğer insanların bilmediklerini bilen üstün nitelikli kişiler olup Fatımi Hanedanı’nı (909-1171) kurmuşlardır.
İsmaililer’in On iki İmamcı Şiilerden farklılığı yine liderlik ve veraset meselesidir. On iki İmamcı Şiiler, İmam Cafer'in ölümünden (765) sonra İmam Musa Kaẓım'in imamlık veya liderlik pozisyonunu üstlendiğine inanırlar. Ancak İslamiler İmam Cafer'in başka bir oğlu olan İsmail'i takip etmeyi seçmişlerdir. Bu nedenle Şiiliğin bu kolu İsmaili olarak anılmaktadır. Bazıları İsmail'in yedinci ve son imam olduğuna inanır. Bu nedenle, daha sonra İsmail'in oğlu Muhammed et-Tamm'ın dünyanın sonunda adaleti yeniden tesis etmek için Mehdi olarak geri döneceğini iddia eden yediciler olarak bilinirler.
Ehl-i Sünnet ve Şia Arasındaki Farklar
1) Şia, sahabe hakkında olumsuz bir düşünceye sahiptir ve onlara lanet eder.
2) Şia, Hz. Muhammed (s.a.v)’den sonra imamet hakkının Hz. Ali’ye ait olduğunu iddia etmiş ve bu imameti tanımayan sahabeyi de irtidatla (dinden çıkmakla) itham etmişlerdir.
3) Şiiler, Allah Resul’ünün vefatıyla birlikte şeriatın tamamlanmamış olduğuna inanır. Onlara göre Hz. Muhammed (sav), Kuran'ı Hz. Ali’ye emanet etmiş ihtiyaç duyulduğu kadarını ortaya koymuş, kalan kısmını ise gelecek olan imamlara bırakmıştır.
4) Müt’a nikahı dört Sünnî mezhebe göre kat’î olarak haram kılınmıştır. Fakat Şia bu nikahı caiz görmektedir.
5) Dört Sünni mezhebe göre, abdestte ayakların yıkanması farzdır. Şia ise, ayakların yıkanmayıp, çıplak haldeyken üzerine mesh edilmesi gerektiğini söyler.
6) Şiiler, namazda normal olarak yere secde etmezler. Secdenin Kerbela toprağından yapılan mühür üzerine yapılmasını uygun görmüşlerdir.
7) Şia vakit namazların ise hiçbir mazeret olmasa bile cemedilmesini uygun görmüştür. Zira bu mezhebe göre öğle ve ikindi namazının vakti aynı olduğu gibi, akşam ve yatsı namazının vakti de aynıdır. Nitekim Şiîlerin mescitlerinde de iki namazı birlikte kılmak genel bir teamül haline gelmiştir. Bu da beş vakit namazın üç vakitte eda edilmesi gibi bir netice doğurmuştur.
Abdülhamid, İrfan, “İslâm’da İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları”, çev.: Saim Yeprem, Marifet Yayınları, İstanbul, 1983.
Aktepe, Orhan, “Kelâm İlmi Açısından Bedâ’ Anlayışı”, Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 8 (23), 2011, 97-116.
Ecer, Ahmet Vehbi, “Şia ve Doğuşu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1, 1983, 131-141.
Yunanca “eikon” sözcüğünden gelen ikon veya ikona, imge, simge, tasvir anlamlarına gelmektedir....
1054 yılında Hıristiyan kiliseler arasında yaşanan büyük ayrılığın ardından İstanbul'da Roma'dan bağımsız...
“Işık Festivali”, “Makkabi Bayramı” olarak da bilinen Hanuka, Yahudiler tarafından her yıl Kislev...
Evanjelizm’in Amerika’ya girmesi ve burada sağlam şekilde inşa edilmeye başlaması, İngiltere’de ortaya...
Obon olarak da adlandırılan Bon festivali, Japonya’da “ataları anma bayramı” olarak kutlanmaktadır. Bon...
Caynizm’in dünya üzerinde tanınması ve yaygınlık kazanmasında etkili olan en önemli inanç “ahimsa”...
Leonardo da Vinci denilince akla gelen eserlerinden biri de hiç şüphesiz Milano’da Santa Maria delle Grazie...
Yahudiler yüzyıllar boyunca seçilmiş halk olmaları nedeniyle kendilerini her zaman diğer toplumlardan ayrı tutmuş...
Aziz Shirdi Sai Baba'nın reenkarnasyonu olduğu kabul edilen Sathya Sai Baba'nın, Hindistan'da başlattığı...
Şii gelenek içerisinde 19. yüzyılda ortaya çıkan Bahailik, Mirza Hüseyin Ali tarafından kurulmuştur....