Yeter Sebep İlkesi’nin adını koyan ve onu felsefenin temel ilkesi olarak tanıyan ilk kişi Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716) olmuştur. Bununla birlikte onu benimseyen ilk kişi Leibniz değildir. İlkenin kaydedilen en eski uygulaması Anaximander’e aittir. Ayrıca Leibniz'den önce Parmenides, Arşimet, Abelard, Spinoza ve Anne Conway de bu prensibin bir biçimini savunmuşlardır. Leibniz’e göre yeter sebep ilkesi, hiçbir şeyin sebepsiz gerçekleşemeyeceğini söylemekle eş anlamlıdır. Her gerçekleşen şeyin yeterli bir nedeni vardır.
Leibniz her gerçeğin veya olgunun yeterli bir neden gerektirdiğinde ısrar ederken, “yeterli neden” ile neyi kastetmektedir? Bazı metinlerinde yeterli nedenin “a priori kanıt” olduğunu ileri sürer. Bu, Kant'ın terimleriyle, duyu deneyiminden herhangi bir girdi gerektirmeyen bir kanıt olarak anlaşılmamalıdır. Leibniz daha ziyade “a priori” terimini Kant öncesi orijinal anlamında kullanır. Bu, nedenlerden sonuçlara doğru bir argüman anlamına gelmektedir. A priori kanıt, nedensel sırayı yansıtan bir kanıttır. Bu nedenle, yeterli bir neden, hem bir kanıt (bir dizi öncül ve ilkinin sonrakini gerektirdiği bir sonuç) hem de nedensel bir açıklama (bazı hakikat veya olayların nedensel öncüllerinin bir ifadesi) olan bir kanıt olacaktır. Tüm gerçeklerin a priori bir kanıtı olduğu veya bunların neden gerçekleştiklerine dair bazı nedenleri olduğu açıktır. Bu hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı anlamına gelir.
Leibniz, zorunlu ve mümkün doğrular olmak üzere iki tür doğru tanımlamış ve tüm gerçeklerin iki ilkeye dayandığını iddia etmiştir: Çelişkisizlik ve yeterli sebep. Monadoloji'de şöyle demektedir: “Akıl yürütmelerimiz iki büyük ilkeye dayanmaktadır: Çelişkisizlik ilkesine dayanarak çelişki içereni yanlış, yanlışa karşıt veya yanlışla çelişkili olanı doğru olarak yargılarız. Ve yeterli neden, bu nedenler genellikle bilinemese de, neden öyle olması gerektiği ve neden başka türlü olmaması gerektiği konusunda yeterli bir neden olmadıkça, hiçbir gerçeğin gerçek veya mevcut olamayacağını, hiçbir ifadenin doğru olamayacağını kabul etmemizi sağlar.”
Tüm ifadeler bir özne ve bir yüklem içerir; örneğin “Sezar, Rubicon’u geçti.” cümlesini ele alalım. Burada Sezar özne, geçti ise yüklemdir. Leibniz, yüklemin özneye ait olduğu bir cümlenin doğru bir ifade olduğunu iddia eder. Sezar, Rubicon Nehri’ni geçtiğine göre “Sezar, Rubicon’u geçti.” ifadesi doğrudur. Şimdi, Sezar’ın Rubicon’u geçmiş olması zorunlu bir gerçek değildir: Sezar’ın Rubicon’u geçmemiş olması da mümkündü. Onun geçişi mümkün bir gerçektir: doğrudur ama yanlış da olabilirdi. Zorunlu bir doğruluk söz konusu olduğunda, örneğin “Bakire Meryem evli değildir” durumunda, yüklemin neden özneye ait olduğu açıktır: 'Evli değildir' yüklemi Meryem'e aittir çünkü aksini iddia etmek bir çelişki olacaktır. Bakire olmak evli olmamayı gerektirir. Peki nasıl oluyor da “Rubicon’u geçmek” Sezar’a ait olmaktadır? İşte bunun bir nedeni olmalıdır. Yeter sebep ilkesi tam da burada imdadımıza koşar. Sezar’ın bunu yapmasının illaki bir sebebi bulunmalıdır.
Zorunlu doğrular, özdeşlik yasasından ve çelişkisizlik ilkesinden türetilebilir: “Zorunlu doğrular, tıpkı Cebir'deki bir denklem gibi, sonunda özdeşlik haline gelecek şekilde terimlerin analizi yoluyla gösterilebilecek olanlardır. Bakire Meryem’in evli olmaması bu türden bir zorunlu doğruyu ifade eder. Zorunlu bir hakikatin yeter sebebi, onun olumsuzlanmasının bir çelişki olmasıdır.
Leibniz mümkün gerçekleri, yani dünyadaki zorunlu olarak doğru olmayan ama yine de doğru olan gerçekleri (Sezar’ın Rubicon’u geçmesi) yeter sebepleriyle kabul etmiştir. Leibniz'e göre bu mümkün gerçekler bile ancak yeterli nedenler temelinde var olabilir. Koşullu hakikatlerin yeter sebepleri insanlar tarafından büyük ölçüde bilinmediğinden, Leibniz, yalnızca Tanrı'nın erişebildiği sonsuz yeter sebeplere başvurmaktadır. Mümkün hakikatlerde yüklem öznede olsa da bu hiçbir zaman kanıtlanamaz, bir önerme hiçbir zaman bir eşitliğe ya da özdeşliğe indirgenemez, ancak çözüm sonsuza doğru ilerler, sonunda da yalnızca Tanrı’ya varır, mümkün varlıklarla sonlanamaz.
Görüldüğü gibi Leibniz yeter sebep ilkesini Tanrı'nın varlığına ilişkin kozmolojik bir argüman geliştirmek için de kullanmaktadır. Durmadan zinciri atan bir bisiklette zincirin düşmesini dişlilerin yanlış hizalanması nedeniyle açıklayabilirsiniz. Ancak daha sonra başka bir soru ortaya çıkar: Dişliler neden yanlış hizalanmıştır? Ve bu böylece gider. Olası bir gerçeği başka bir koşullu gerçekle açıklamak, sonsuz bir “neden” soruları zinciriyle karşı karşıya kalır. ”Neden” sorularına verilen yanıtların boşa çıkıp sonsuza kadar devam etmesi yeterli bir neden oluşturamaz. Böyle bir neden, bir dizi olumsallığın dışına çıkmalıdır. Gerçekten de Leibniz, nedenlerin başarılı bir şekilde araştırılmasının “zorunlu bir töz”le, yani zorunlu olarak var olan bir tözle, yani Tanrı'yla sona ermesi gerektiğini iddia eder.
Yeter sebep ilkesi, Leibniz'in Tanrı'nın yaratma eylemine ilişkin açıklamasında önemli bir rol oynar: “Tanrı'nın düşüncelerinde olası evrenlerin sonsuz olduğuna ve bunlardan yalnızca biri var olabileceğine göre, Tanrı'nın seçimi için yeterli bir nedenin, onu herhangi bir evreni değil de bu evreni yaratmaya yönelten bir nedenin olması gerekir.” Başka bir deyişle, bizimkine eşit olabilecek başka bir evren yoktur, çünkü aksi takdirde Tanrı ikisini de yaratmazdı. Sonuçta yaşadığımız dünya, mümkün dünyaların en iyisidir.
Leibniz ilkeyi ayrıca Newton'un mutlakiyetçi uzay ve zaman anlayışını reddetmek için kullanmaktadır: “Newton, uzayın tamamen tekdüze bir şey olduğuna ve içine yerleştirilen şeyler olmadan, uzayın bir noktasının başka bir noktasından kesinlikle hiçbir şekilde farklı olmadığına inanıyordu. Şimdi, Newton’un söylediğinden şu sonuç çıkıyor ki, Tanrı'nın, cisimlerin kendi aralarındaki aynı durumlarını koruyarak, onları belirli bir şekilde uzaya yerleştirmesinin ve başka bir şekilde yerleştirmemesinin bir nedeninin olması imkânsızdır. Zaman açısından da durum aynıdır.” Halbuki Leibniz'in kendi görüşü, uzayın bir arada var olan şeylerin ve onların durumlarının düzeni olduğu yönündedir. Zaman basitçe ardışık şeylerin ve onların durumlarının düzenidir.
Wolff ve Schopenhauer’ın da aralarında bulunduğu birçok filozof, Leibniz'den sonra yeter sebep ilkesinin versiyonlarını savundular. Ancak hiçbir zaman filozoflar bu ilke hakkında fikir birliği içinde olmadı. Platon, Descartes ve Hume ilkeyi kötülediler. Leibniz'in kaba gerçeklerden, nedensiz olaylardan ve sebepsiz gerçeklerden kaçınma kaygısı, terminoloji sıklıkla farklılık gösterse de çağdaş filozoflar için canlı bir ilgi alanı olmayı sürdürmektedir.
Amijee, Fatema, “Principle of Sufficient Reason”, The Routledge Handbook of Metaphysical Grounding (ed. Michael Raven), Routledge, 63-75, 2020.
Bobro, Marc, “Leibniz’s Principle of Sufficient Reason”, 27 Mart 2018, Erişim 11 Ocak 2024, https://1000wordphilosophy.com/2018/03/27/leibnizs-principle-of-sufficient-reason/
Leibniz, Gottfried Wilhelm, “Monadoloji”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.
Stanford Encyclopedia of Philosophy, “Principle of Sufficient Reason”, 14 Eylül 2010, Erişim 11 Ocak 2024, https://plato.stanford.edu/Archives/Spr2013/entries/sufficient-reason/
Evrenin nasıl ortaya çıktığı, evrende var olan şeylerin kökeninin ne olduğu sorusu insanlığın en eski ve temel...
Yol, kaos ve düzen Çin felsefesinin merkezinde yer alan üç önemli kavramdır. Yol, düşünce...
Karakteristik pos bıyığı, acı yaşantısı ve kafa karıştıran eserleriyle tanınan Friedrich W. Nietzsche, felsefenin büyük...
Zihin felsefesinde tartışılagelen en temel konulardan biri fizikalizm üzerinedir 1931 yılında Otto Neurath ve 1932’de...
Ockham'ın usturasının prensibi genellikle İngiliz teolog, mantıkçı ve bir Fransisken rahibi olan Ockhamlı William'a...
Müslüman filozof ve hukuk bilgini Ebu Hamid el-Gazzâli (1058-1111), Descartes'tan 500 yıl önce...
Türkçeye “hayvancılık” olarak çevirebileceğimiz animalizmin ayırt edici iddiası temel metafizik...
Yaklaşık 2500 yıl kadar önce Elealı filozof Zenon ortaya birtakım fikirler attı ve çılgınca sorular sordu. Zenon...
8. ve 15. yüzyıllar Hıristiyan Ortaçağ felsefesinde Skolastik dönem olarak bilinmektedir. Bu dönemde...
Orwell’in siyaset felsefesinde temel iki kavram; 1930’ların ortasından hayatının sonuna kadar savunduğu sosyalizm...