Aydınlanmanın Diyalektiği, Frankfurt Okulu filozofları Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno tarafından yazılan bir felsefe ve toplumsal eleştiri eseridir. Eleştirel teorinin temel metinlerinden biri olan Aydınlanmanın Diyalektiği, Frankfurt Okulu'nun Aydınlanma Çağı'nın başarısızlığı olarak değerlendirdiği durumun sorumlusu olan sosyo-psikolojik statükoyu araştırmaktadır. Adorno'nun “Otoritaryen Kişilik Üzerine Niteliksel İdeoloji İncelemeleri” (1950) ve Frankfurt Okulu üyesi Herbert Marcuse'nin “Tek Boyutlu İnsan” (1964) adlı eseriyle birlikte 20. yüzyıl felsefesi, sosyolojisi, kültürü ve siyaseti üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Özellikle 1960'lı ve 1970'li yılların yeni sol ideolojilerine ilham vermiştir.
Horkheimer ve Adorno, ortak çalışmalarını, öncelikle faşizmin ortaya çıkış koşullarını içeren “verili tarihsel ve toplumsal koşullar altında eleştirel bir teorinin öncüllerine dair bir özgüven” olarak görmüşlerdir. Bu eserde “aydınlanmanın ihtişamını ve sefaletinin öyküsünü” anlattıklarını dile getirirler. Yazarlar, aydınlanmanın başarısızlığının köklerinin kendi düşüncelerindeki “biçimsel ve araçsal aklın birliğinden” kaynaklandığı tezini ortaya atmışlardır. Yazarlar, “kendini korumayı ve tahakküm kurmayı amaçlayan özellikle Batı tipi rasyonelliğin” izini insanlık tarihinin başlangıcına kadar götürürler. Antik zamanların dünyaya mitolojik yaklaşımı aslında rasyonel olarak aydınlanmıştır. Ancak doğaya kademeli olarak hükmedilmesiyle birlikte “nesnelleştirilmiş bir dış ve bastırılmış içsel doğa üzerinde egemenlik” olarak aydınlanmanın kendisi de mitolojiye geri döner. “Nasıl ki mitler aydınlanmayı beraberinde getiriyorsa aydınlanma da attığı her adımda kendisini daha derinden mitolojiye bulaştırır.” Mevcut toplumsal koşulları gerekli olarak sunan ve “olgusal olanın pozitivizminde doruğa ulaşan bir mitolojide” bireyler ekonomik güçler karşısında tamamen iptal edilmiştir.
Horkheimer ve Adorno yazılarıyla, “teknolojik olarak eğitilmiş kitlelerin kendilerini totaliter ideolojilerin ve yönetim biçimlerinin despotizmine teslim etme yönündeki gizemli istekliliğine” tepki gösterdiler ve bu davranışı “burjuva uygarlığının çöküşü” ve “yeni bir tip barbarlık” olarak gördüler. Yine de bütün radikalliklerine rağmen “aydınlanmanın tasfiyesini kendi davaları” haline getirmediler. Aydınlanmaya yöneltilen eleştiri hiçbir şekilde onun fikrini reddetmemekte, aksine “onu kör kurallara saplanmaktan kurtaracak olumlu bir aydınlanma kavramı hazırlamak” istemektedir.
Kitap bir önsöz, beş makale ve bu makaleleri tamamlayan “notlar ve taslaklar”dan oluşmaktadır. Önsözde kitabın yazılma nedeni “burjuva uygarlığının çöküşü” ve “aydınlanmanın kendi kendini yok etmesi” göz önüne alınarak açıklanmakta ve sonraki bölümlerin anlaşılmasına katkıda bulunulmaktadır. Aydınlanmaya yönelik eleştirinin amacının, “onu kör egemenlik içinde sıkışıp kalmaktan kurtaracak olumlu bir kavram hazırlamak” olduğu belirtilmektedir.
Kitabın birinci bölümü aydınlanma kavramına ayrılmıştır. Burada “aydınlanma” kavramının teorik temelleri tartışılmakta, doğanın diyalektiği ve doğanın, mit ve aydınlanma yoluyla kontrolü tartışılmaktadır. Aydınlanmış rasyonalitenin toplumsal gerçekliğe (yönetenlerin gerçekliğine) nasıl bağlandığına dair hipotez formüle edilmektedir.
“Odysseus ya da Mitos ve Aydınlanma” başlığını taşıyan ikinci bölümde, Batı uygarlığının ilk dönem tanıklıklarından biri olan “Odysseus” kullanılarak mit ve aydınlanmanın diyalektiği tartışılmaktadır. Mitolojik olarak anlaşılan bir doğa sayesinde doğaya, aydınlanmış bir hâkimiyetin, modern öncesi dönemden itibaren başladığı dile getirilmektedir.
“Juliette ya da Aydınlanma ve Ahlak” başlıklı üçüncü bölümde Kant'ın, de Sade ve Nietzsche ile karşılaştırılması yapılmakta; aydınlanmış aklın Kant'ın istediği gibi ahlaki olamayacağı, bunun getirdiği “doğal olan her şeyin otokratik özneye boyun eğdirilmesi” nedeniyle ahlakdışı olduğu ileri sürülmektedir.
Kitabın dördüncü bölümü “Kültür Endüstrisi - Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma” adını taşımaktadır. Burada, ekonomik üretkenlikteki artışın, yaşamın tüm alanlarında tasarrufa yol açtığı ve nihayetinde “kültürün satılması” ile sonuçlandığı, anlamın yerini eğlencenin hesaplı aptallıklarının aldığı ve ekonomik olayların düşüncesizce yüceltildiği iddia edilmektedir.
Kitabın beşinci bölümü “Antisemitizmin Öğeleri, Aydınlanmanın Sınırları” başlığını taşımaktadır. Antisemitizmle ilgili fikirlerin, faşist düşüncede medeniyet karşıtlığı şeklinde ifade bulan irrasyonel fikirlerden oluştuğu tezi sunulmaktadır. Bu nedenle barbarlığa dönüş, modernitenin ayrılmaz bir parçası olarak anlaşılmaktadır. Akıl, Nasyonal Sosyalizmin yükselişiyle aklın tarihsel ilerleme veya gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığı varsayılan batıl inanç ve mit biçimlerine benzeyen bir şeye dönüşmüştür.
“Notlar ve Taslaklar” adını taşıyan son bölüm, çoğu “diyalektik antropolojiye” atıfta bulunan, bazıları önceki bölümlerden türetilen tamamlanmamış fikirleri bir araya getirmektedir. Kitabın yapısı araştırmaların parçalı karakterini vurgulamakta, Horkheimer ile Adorno'nun mantıksal olarak yapılandırılmış eksiksiz bir çalışmayla ilgilenmediğini göstermektedir.
Horkheimer ve Adorno, “aydınlanma” sürecinde modern felsefenin aşırı rasyonelleştiğine ve teknokrasinin bir aracı haline geldiğine inanmaktadırlar. Hem Viyana Çevresi'nin mantıksal pozitivizmine hem de bu hareketin takipçilerinde gördükleri daha geniş eğilimlere atıfta bulunarak bu sürecin zirvesini pozitivizm şeklinde nitelendirdiler. Bununla birlikte Horkheimer ve Adorno'nun pozitivizme yönelik eleştirisi çok geniş olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Eleştirilerini karakterize etmek için Horkheimer ve Adorno, Marx'ın “emek” kavramına odaklanan, ilk yazılarında yer alan felsefi antropoloji de dâhil olmak üzere çok çeşitli materyallerden yararlandılar: Nietzsche'nin ahlak soykütüğü ve güç iradesinden vazgeçilmesiyle vicdanın ortaya çıkışı; Freud'un Totem ve Tabu'daki uygarlık ve hukukun ilkel babanın öldürülmesiyle ortaya çıkışına ilişkin açıklaması, ilkel toplumlarda büyü ve ritüeller üzerine etnolojik araştırmaları bunlardan birkaç tanesidir.
Yazarlar, kapitalist bir toplumda kitle kültürünün filmler, radyo programları, dergiler gibi standartlaştırılmış kültürel ürünler üreten bir fabrikaya benzediğini öne sürerek kültür endüstrisi terimini icat ettiler. Bir kitle iletişim aracı olan radyonun ortaya çıkışı, telefonda olduğu gibi artık dinleyicisine herhangi bir yanıt mekanizmasına izin vermemektedir. Bunun yerine dinleyiciler artık özneler değil, “farklı istasyonlar tarafından yayınlanan aynı programlara otoriter bir tarzda” maruz kalan pasif alıcılardır.
Özetle aydınlanmış akıl, mitleri ve tanrıları bir kenara atarak dünyanın büyüsünü bozmuştu ama şimdi onlar mezarlarından kalkıp geri dönüyorlar. Geri geliyorlar çünkü insan, araçsal aklın nesnel olarak tanımlayamadığı amaçları ve değerleri belirlemek için öznel olarak onlara ihtiyaç duyuyor. Horkheimer ve Adorno'ya göre 'dünyanın yeniden büyülenmesi' sadece aydınlanmış aklın kendisi tarafından aşılabilir.
Horkheimer, Max, Adorno, Theodor W., “Aydınlanmanın Diyalektiği”, çev. Nihat Ülner, Kabalcı Yayınları, 2010.
Schmidt, James, “Language, Mythology, and Enlightenment: Historical Notes on Horkheimer and Adorno's Dialectic of Enlightenment”, Social Research, 65 (4), 0807-838, 1998.
Thompson, Peter, “The Frankfurt school, part 3: Dialectic of Enlightenment”, 8 Nisan 2013, Erişim 9 Ocak 2024, https://www.theguardian.com/commentisfree/2013/apr/08/frankfurt-school-dialectic-of-enlightenment
Toplum düzeyinde “şey”lere yani yaşam döngüsünde karşımıza çıkan nesnelere anlam...
Bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu aktif yapı toplum olarak tanımlanır. Bu sosyal yapı birtakım dinamikler ile bir...
Maruni cemaatinin kurucusu Aziz Marun’dur. 4. yüzyılın ortalarında Suriye'de doğan Marun, davet çalışmalarıyla...
D'Hondt sistemi, seçimlerde kullanılan seçim yöntemlerinden biridir. Bu sistem, birçok ülkede,...
Etrüskler, M.Ö. 9. yüzyılda Tiren Denizi'nin kuzeyindeki Etruria bölgesinde, bugünkü...
Kültür endüstrisi, sanat, edebiyat, film, müzik, yayıncılık, tiyatro gibi alanlarda üretilen ve...
Frankfurt Okulu'nun kökenleri, 1923 yılında Frankfurt Üniversitesi'nde Max Horkheimer önderliğinde...
Herkesin tuttuğu bir takım, desteklediği bir ideolojik grup veya benzeri bir oluşum vardır. Peki kendinizi bu oluşumlarla...
Birey davranışları uzunca zamandır çözmeye ya da anlamlandırmaya çalıştığımız bir olgudur. Toplumu doğru...
Kişinin çevresine statüsünü göstermek veya satın aldıklarıyla itibar kazanmak amacıyla yaptığı...