Andronovo Kültürü Avrasya bozkırlarının ve Batı Sibirya’nın büyük bir bölümünü kapsıyordu. Bu nedenle tek bir birleşik kültür değil bir kültür ailesiydi.
Bu kültüre dair kanıtlar ilk olarak 1913’te Rus arkeolog Teploukhov tarafından keşfedildi. O yıl Güney Sibirya’nın Minusinsk bölgesindeki Andronovo vadisinde bir dizi mezar kazıldı. “Minusinsk Vadisi” olarak adlandırılan bölge, antik kültürler için yoğun bir noktaydı ve burada yıllar boyunca pek çok buluntu ortaya çıktı. Ancak Teploukhov’un kazdığı yeni buluntular, bölgede zaten bilinen Afanasievo veya Okunev kültürlerinden elde edilen buluntulardan önemli ölçüde farklıydı. Zamanla Sovyet arkeologları, bölge hakkında bilinenlerle hiçbir bağlantısı olmayan, tamamen benzersiz bir arkeolojik kültürle karşı karşıya olduklarından emin oldular.
Teploukhov’un ilk keşifleri mezarlardı. Zengin bir şekilde dekore edilmiş çömleklerle birlikte çömelme pozisyonlarında iskelet kalıntıları içeren birkaç mezar alanı kazıldı. Teploukhov, Yenisey Nehri’nin yan vadileri boyunca uzun süren kapsamlı kazılardan sonra 1927 yılında bu kültüre “Andronovo Kültürü” adını verdi.
Andronovo Kültürü, Batı Asya’da geniş bir alanı kapsamaktaydı. Batı sınırında Volga ve Ural Nehirlerine, doğuda Minusinks Vadisi’ne, güneyde ise Pamir, Kopetdağ ve Tanrı Dağları’na kadar uzanmaktaydı. Meralar yerini tayga manzarasına bıraktığı için kuzey sınırı belirsizdir. Bu sınırlar, bu kültürün keşfinden ancak onlarca yıl sonra Sovyetler Birliği’nde yapılan kazılar sırasında gözlemlenebildi. Yıllar sonra, bu kazılarla birlikte Teploukhov bulgusuna yanlış isim vermiş olduğunu anladı. Yenisey Nehri yakınındaki Andronovo Köyü, tahmin ettiğinden çok daha geniş bir alanı kapsayan bir kültürün yalnızca doğu sınırıydı.
Günümüzde Andronovo Kültürü, Bronz Çağı’nda kabaca M.Ö. 2.000’e tarihlenmektedir ve buradan M.Ö. 900’e kadar geliştiği düşünülmektedir. 20. yüzyılın başlarındaki keşfinden bu yana çok daha fazlası ortaya çıktı. Bunların hepsi bulmacanın parçalarının bir araya getirilmesine ve bu kültürü benzersiz kılan önemli yönlerinin iyi tanımlanmış bir resminin sunulmasına yardımcı oldu.
Andronovo Kültür Ailesi’ne mensup insanların kendilerine özgü ölü gömme gelenekleri vardı. Arkeolojik kazılara göre bu gruplar, genellikle basit ahşap bir kapakla kapatılan dikdörtgen taş “sandıklar” veya çukurlar içindeki mezarları tercih etmekteydiler. Mezarlar bazen taş çitlerle ve hatta belki de önemli bir kişinin cenazesine işaret eden bazı taş işçilikleriyle çevriliydi. İnsanlar genellikle başı batıya doğru, sol tarafı üzerine yatacak şekilde gömülüyordu. Bacaklar cenin pozisyonunda dizlerden bükülmüş ve eller yüze yakın yerleştirilmişti. Bilim insanları bunu, belki de yeni doğanların cenin pozisyonunu taklit eden ve bu şekilde ölümü yeni bir doğumla ilişkilendiren bir cenaze töreni olarak görmektedirler.
İlginç bir husus bize Andronovo kültürü içindeki bazı grupların anaerkil toplumlar olduğunu göstermektedir. Bu, erkek iskeletlerinin kural olarak yanlarında çok az mezar eşyasının gömülü olması ve bunların neredeyse tamamen seramik ve çanak çömlek olması nedeniyle ortaya atılmış bir teoridir. Öte yandan, kadın iskeletlerinin yanlarında mücevherler gömülüydü; tipik olarak ayaklarına veya vücutlarına yerleştirilmiş boncuklar, belki de zengin bir şekilde dekore edilmiş giysilere işaret ediyordu. Çocuk mezarlarında ise oyun parçası olabilecek şekilli koyun kemikleri bulunuyordu.
Belirtildiği gibi mezarların hemen hemen hepsinde kil kaplar bulunmaktaydı. Neredeyse tamamen başın yakınına yerleştirilmiş bu kaplar, yiyecekler ve içeceklerle doluydu ve ölülere öbür dünyaya yolculuklarında hizmet etmesi amacıyla konuluyordu.
Andronovo Kültür alanındaki toplulukların paylaştığı temel özelliklerden biri yerleşimlerinin düzeniydi. Yerleşimler genellikle büyük ve dikdörtgen, uzunluğu 30 ila 60 metre arasında değişen on kadar evden oluşuyordu. Bu evler, evin alt kısmı toprağa kazılmış, üst duvarları taş veya ahşap kütüklerden yapılmış yarı sığınaklardı.
Bu yerleşim yerlerinde büyük miktarlarda evcilleştirilmiş hayvan kemikleri bulundu; bunlar genellikle at, koyun ve sığırdı. Andronovo Kültürü’ne sahip insanlar hayvancılıkta oldukça yetenekliydi. Bazen köpek kemikleri de keşfedilmiştir, ancak ilginçtir ki domuz kemikleri yoktur. Arkeologlar, domuzların iyi seyahat edemediğinden, kültürün hareketlilik ihtiyacına uygun düşmediklerine inanmaktadırlar. Yabani hayvanların kemiklerine de nadiren rastlanır. Hayvan kalıntılarının yanı sıra aletlere de sıklıkla rastlanmaktadır. Havan tokmağı ve havan topları, taş öğütücüler, çapalar ve kemik bızlar ve hatta çocuk oyunları: Bunların, bu eski halkların yaşamlarındaki gündelik nesneler olduğu düşünülmektedir.
Andronovo kültüründe at, hem binicilik hem de tarım için kullanıldığı için çok önemli bir rol oynamıştır. At kalıntıları üzerinde yakın zamanda yapılan bir araştırma, bu kültürdeki insanların ata binmeyi zannedilenden yüzyıllar önce kendi kendilerine öğrendiklerini ortaya çıkarmıştır. Atların hayatta hizmet ettikleri bireyle birlikte törenle gömüldüğünü gösteren ipuçları bulunmuştur. Bilim insanları, Andronovo halklarının at yetiştiriciliğinde aktif olduklarını ve üç farklı at türünü de yetiştirdiklerini öne sürmektedirler: küçük, orta ve uzun boylu soylu at.
Bu nedenle Andronovo halklarının yetenekli, yarı göçebe çobanlar olduğu görülmektedir. Sürüleri için daha iyi otlatma alanları bulmak amacıyla, muhtemelen her 20 yılda bir, yerleşim yerlerinin yerini sık sık değiştirmişlerdir. Yerleşim yerleri ve meralar iklim değişikliklerinden ve mevsimsel sellerden etkilendiğinde Andronovo halkları yavaş yavaş mevsimlik otlatma uygulamasını geliştirmişlerdir. Bu, sürülerin bir dönemde yüksek meralara götürüldüğü, diğer dönemde ise geri dönüldüğü anlamına gelmektedir.
Hayvan çobanlığının, tarımın yanı sıra Andronovo ekonomisinin büyük bir parçası olduğu açıktır. Keşifler, diğer komşu alanlarla karşılaştırıldığında bu kültürle ilişkili alanlarda çok daha fazla sayıda sığır kalıntısı olduğunu göstermektedir.
Elbette aradan geçen zaman ve yüzyıllarla birlikte Andronovo Kültürü de yavaş yavaş silinerek diğer kültürlerle bütünleşmiştir. Yüzyıllar boyunca insanlar göç etmiş, farklı kültürler birbirine karışmış, yeni ve farklı kimlikler ortaya çıkmıştır.
Modern zamanlarda Andronovo Kültürü sürekli olarak Hint-İran (Aryan) halklarının doğuşuyla ilişkilendirilmiştir. Her ikisi de M.Ö. 2000 civarında atların çektiği tekerlekli arabanın icadıyla ilişkilendirilir ve aralarında çok sayıda başka paralellik de çizilir. Akademisyenler tarafından öne sürülen en önemli kanıtlardan biri, İran yer adlarının Andronovo kültür topraklarının her yerinde geniş dağılımıdır. Ancak bu yalnızca tek bir teoridir, akademisyenler ve tarihçiler arasında halen sorgulanmaktadır. Bazıları, Ceyhun Nehri’nin altında cenaze kalıntılarının bulunmamasının bu teoriye uymadığını söylemektedir. Bazıları ise Andronovo Kültürü’nü Türk bozkır kültürünün doğuşu olarak nitelemektedir.
Andronovo toplumu çiftçilerden, metal işçilerinden ve atlı savaş arabası savaşçılarından biriydi. Bu kültürel özelliklerin gelişimi, Hint-Avrupalıların göç eden kabileleri için kilit öneme sahipti ve daha sonra Avrupa’yı kasıp kavurarak dünyayı tamamen değiştirdi.
Anthony, David W., “The Horse, The Wheel, And Language : How Bronze-Age Riders From The Eurasian Steppes Shaped The Modern World”, Princeton University Press, 2007.
Grigoriev, Stanislav, “Andronovo Problem: Studies of Cultural Genesis in the Eurasian Bronze Age”, Open Archaeology, 7 (1), 3-36, 2021.
Kocabaş, Beytullah, “Türk Bozkır Kültürünün Doğuşu Andronovo Kültürü”, International Journal of Volga - Ural and Turkestan Studies 3 (5), 125-30, 2021.
Koca, Salim, “Eski Orta Asya’da Tabiat, İklim Ve İnsan Unsuru”, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 1 (1), 1-18. 2017.
Hemen hemen her erkeğin dolabında bulunan özel günlerde ya da işe giderken tercih ettiği kravatın tarihi M.Ö....
Yunan mitolojisinde “Adonis Miti” olarak bilinen, doğadaki ölüm ve yenilenmeyi sembolize ettiği kabul...
Birbirine dolanan siyah ve beyaz iki yarım dairenin, her iki tarafında zıt renklerden bir nokta bulunan Yin-Yang sembolü...
Maviyi yaygın bir renk olarak düşünmek doğaldır. Mavi, gökyüzü ve okyanus ile ilişkilendirilir....
Barok kelimesi Portekizce “tam yuvarlak olmayan şekilsiz inci” anlamına gelen “barroco” kelimesinden...
Vatikan, 44 hektarlık bir yüz ölçümüne sahip olması nedeniyle dünyanın en küçük...
Samarra Ulu Camii, Irak'ın Samarra şehrinde bulunmaktadır ve Sâmerrâ 'da bulunan en önemli tarihi...
Hurma palmiyesi olarak bilinen büyük bir ağaçta yetişen hurma dünyanın en tatlı meyvelerinden biridir....
“Ankh” sembolü, “yaşamın haçı, hayatın sembolü” olarak bilinmekte ve düz bir...
Bishwa Bengalce "dünya", ijtema ise Arapça 'içtima' yani "toplantı" anlamına gelir. "Dünya...